Toysun Çocuk

12 Eylül 2014
27.889 kez okundu

Geçen “Çaylak Muhabir” adlı köşe yazımda biraz yerel basına, birazda ulusal basına değinmiştim.Bugünlerde bakıyorum da o kadar heyecanlı genç kalemler meydana çıktı ki; sormayın kabına sığamaz olmuşlar.

Yadırgamamaya çalışıyorum. Bizde heyecanlıydık. Bizde atiktik. Tek yadırgadığım ve kızdığım nokta eleştirirken bir daha arkasında iz bırakmamak üzere yakıp, yıkıp geçmeleri. Alaylı gazeteciler diyorlar. Evet alaylı. 20 yıl veya 30 yıl önce başlamışlar mesleğe. Heyecanla, istikrarlı bir şekilde. Maddi imkansızlıklar veya beklenmeyen nedenlerle okuyamamışlar. Hani İbrahim Tatlıses’in dediği gibi Urfa’da, Oxford vardı da biz mi okumadık. Bu mesleğe gönlünü, ömrünü vermiş üstatlarımızın, bize bu mesleği aşılayan ağabeylerimize kimsenin rencide edip laf söylemesine dayanamam.
Özellikle Aliağa yerel basını için söylenen “bunların her şeyi reklam olmuş, haberleri bile reklam kokuyor” diyen bir zihniyetin neden staj döneminde veya daha öğrenciyken gelip bu gazetelerde iş arıyor. Amaç ney? Etik’ten bahsediyorlar. Üniversitede Basında Etik dersinde teoride kalmış galiba arkadaşlar. Uygulamasını yapamadan kapının önüne koyulu verme sendromumu yaşıyorlar.
Gerçekten bunları yazarken içim sızlıyor. Çünkü bahsettiğim arkadaşlar yakın bir zamanda benim meslektaşlarım olacaklar. İyi veya kötü yıllarca yerel gazetelerde çalıştık. Onlardan meslek ahlakını öğrendik. Her şey para veya işi öğrenmek değil. Önce saygı ve sevgi duymayı öğrenmek gerek. Hepsine minnet duygum var. Bu gün kalemimi gururla sallaya biliyorsam onların sayesinde. Kalemi bir kez elinize aldığınızda onu durduramazsınız. Bir kere çizginizi çekmişsinizdir. O çizgiden dönemezsiniz. Eğer dönmeyi başarabiliyorsanız. O kalemi kırın gitsin. O’na saldırmakla buna saldırmakla gazeteci değil, düşüncenizin tetikçisi olursunuz.
Saygılarımla….